Aşk Üzerine
“Erkekler kadınların ilk aşkı,
kadınlar ise erkeklerin son aşkı olmak ister.”
Oscar Wilde
Sigmund Freud’un hocası olan Arthur
Schopenhauer’e göre aşk birbirini seven iki insanın tensel birleşmesidir.
Aşk kavramı, kadın ve erkeklerde
farklılıklar gösterir. Bir erkek bir yılda yüz çocuk yapabilecek kapasitede
iken kadın bir yılda –ikiz , üçüz olasılığı dışında- bir yılda sadece bir çocuk
meydana getirebilir. Günümüzde de olduğu gibi, kadınlar işte bu yüzden
eziliyor. Erkeğini, kocasını hükümdarı veya sahibi olarak görüyor. Bu durum da
erkeğin işine geliyor ve hükümdarlık baş göstermeye başlıyor. Kadın sesini
biraz fazla çıkarmaya ya da baş kaldırmaya başladığı zaman ne yazık ki kadın
cinayetleri ya da dayak olayları oluyor muhteşem hükümdarımız tarafından. Peki
ya aşk bu mudur?
Kendi bilgi ve tecrübelerime göre
aşk sonradan kazanılan bir olgu değil. Tıpkı bir akut hastalık gibi insanda bir
anda meydana gelip bir anda yok oluyor. Ve kusura bakmayın, insanda bir hayvan
ve insan beyninde bulunan memeli beyni içgüdülerimizi yönetiyor. Bazı
durumlarda içgüdülerimizle hareket ediyoruz.
Yani?
“Herkes kendinde eksik olanı
sever.”
Bu sözden yola çıkacak olursak ,
farklı cinsten iki insanı böylesine tutku ve şiddetle , birbirlerine
yaklaştıran tek bir şey vardır.
‘Yaşam
iradesi’
Burada varlığın kendi amaçlarına
uygun düşen nesnelleşmelerinden dolayı, babasından iradeyi (isteği) ya da
karakteri, annesinden ise zeka ve beden yapısını alacaktır. Yapılan araştırmalar
ve deneyler sonucunda bu sonuç ortaya çıkmıştır ve her insana ait temel bilgi
ve özellikleri anlatmak ne kadar güç ise, birbirini seven iki insanın o çok
özel ve bireysel tutkularını açıklamak da o kadar zordur; hatta tabanda her
ikisi de aynı ve bir şeydir.
‘Bireysellik’
Bireysellik kavramı , insana has
özelliklerin bulunduğu tanrı parçacığına çok yakın bir maddedir. Yani, kızlar
ya da erkekler “Şu çocuğa bak ne kadar güzel/yakışıklı.” dediği anda gruptaki
diğer kişiler onu, söyleyen kişi kadar beğenmez belki de hiç beğenmezler. Bunun
nedeni işte bireyselliktir. İnsanda içgüdüsel olarak bir diğer insana yakın
hissetme olgusu mevcuttur. İster zıt kutupların birbirini çekmesi deyin,
isterseniz çekicilik deyin farketmez ama aşkı başlatan şey budur işte.
Aşkı bir şekilde başlattık ya sevgi?
İki tür fenomen var.
‘Platoncu İdea’
Ve
‘Afrodite Pandemos’ (Tensel Sevgi)
Kısa olarak platomcu idea sevgiyi,
her gördüğünde oluşan o özlem dolu bakışları, saatlerce bakışmayı ve insanın iç
sesindeki romantizmi ifade ederken Tensel sevgi, cinsel birliktelik ve
bireysellik anlayışının birleşmesini ifade eder.
Derecesi bakımından, ne kadar
bireyselleşmişse; yani, sevilen birey, bütün yanları ve özellikleri ile
beraber, sevenin arzusunu ve kendi bireyselliğince tayin edilmiş ihtiyacını
karşılamaya ne kadar elverişli ise aralarındaki tutku da o kadar kudretli ve
yüksek olacaktır.
Başlangıçta sevme eğilimi büyük
ölçüde sağlığa, kuvvete ve güzelliğe, dolayısıyla da gençliğe bakarak kendine
yön çizer. Çünkü , az önce de bahsettiğim gibi, bizim beynimizin içinde bir
memeli beyni var ve sevgiden önce neslinin devam etmesini istiyor. Bunun içinde
kendi karakterine en uygun, en mükemmel ve onun tam zıttı karakteri ister.
Memeli beyninin istediği iki tür
insan tipi vardır. Birincisi türün karakterinin en saf ve katıksız –masum-
şekilde olması. İkincisi ise, öteki bireyde özellikle kendisinin yoksun
bulunduğu mükemmelliği ve kusursuzluğu arayacak, hatta kendisinin karşıtı olan
kusur ve yetersizlikleri onda güzel bulacaktır. Örneğin; kısa boylu, ufak tefek
erkekler uzun boylu, iri kadınlar ararlar. Sarışınlar, esmerleri sever vb.
Bunun nedeni saf ve besbellidir. Afrodite pandemos.
“Aşk insanın
gözünü kör eder.”
Demek ki, her belli erkeğe, belli
bir kadının –sürekli meydana getirilecek olan yeni bireyle ilintili olarak- en
uygun ve kusursuz şekilde karşılık gelmesi şarttır.
Aşığın tutkusu, aslında meydana
getirilecek olan bireyin ve onun özelliklerinin çevresinde dönüp dolaştığından
ve tutkunun çekirdeği burada yattığından, iki genç ve yetişmiş farklı cinsten
insan arasında, inançlarının, düşüncelerinin, karakterlerinin ve ruhsal, zihinsel
eğilimlerinin örtüşmesi durumunda, işin içine cinsel(tensel) sevgi
karışmaksızın da dostluk kurulmuş olabilir; hatta cinsel sevgi bakımından
bunların arasında tiksinti, soğukluk bile olabilir. Bunun nedeni, onların
meydana getireceği çocuğun, zihinsel ve fiziksel düzlemde, ahenksiz olmasıdır.
Tüm bu durumlar eşliğinde, cinsel sevgi yine ortaya çıkıp türeyebilir ve
gerçekleri göremeyeceğimiz şekilde gözleri kamaştırır. Sonucunda onları
yanıltıp evliliğe kadar götürebilir. Fakat bu evlilik mutsuz ve sonu belli olan
bir evlilik olur.
Şimdi meseleyi enine boyuna
inceleyelim. ‘Bencillik’ bütün bireyselliklerin, kökü öylesine derinlerdeki bir
özelliğidir ki, bireysel varlığın faaliyetinin tetiklenebilmesini açıklamak
için, bencil amaçlar kesinlikle güvenebileceğimiz biricik amaçlardır. Çünkü
bencillik de aşk gibi içgüdüsel bir davranıştır ve istemsiz gelir. Gerçi türün
hayata kalması ve niteliklerinin oluşturulup korunması için ne zaman faal
olması ne zaman fedakarlık yapması gerektiği, kısacası bu meselenin önemi, onun
bireysel amaçları hesaba katan zekasına, gerektiği gibi etkili olmasına
sağlamaya yetecek kadar kavratılmaz; böyle bir durumda doğa hedefine
ulaşabilmek için ancak bireyin kafasına belli bir vehim, bir hezeyan ve kuruntu
yerleştirir ve karşıdaki gerçekten her zaman iyi olsa bile sadece ona iyiymiş
gibi görünür. Geçen süre zarfı içerisinde, gözlerin önünden gitmeyen hayal
ürünü olan kuruntu, bir motif gibi işlenir ve gözlerinin önünden gitmez.
Bir içgüdümüz vardır; öteki bireyi
cinselliğin tatmini için öylesine hassas, ciddi, inat ve ısrarlar seçip
ayıklayışımızda kendini belli eden şeydir bu. Bastıran ihtiyacına dayanan
tensel bir haz olarak görüldüğü ölçüde bu tatmin ile öteki bireyin güzelliği ya
da çirkinliği arasında hiçbir alaka, nedensel bir bağ bulunmamaktadır.
“Aşk hazzı, dostlukların verdiği haz
kadar etkili fakat sonucu bir o kadar kötüdür.”
“Konu cinsellik olunca her insan iki
yüzlüdür.”
Sigmund Freud
“Onu görünce midem büzüştü, ağzımdan
bir şeyler aktı, kalbim pır pır attı.”
Çok klasik aşk cümleleridir bunlar
değil mi? Hepsi vücutta bir tepkimeyi anlatır. Bu anlatılan şeylerin hepsi
hormonal değişiklikler sonucunda vücutta meydana gelen reaksiyonlardır. Aşk
hormonal ve cinselliğe dayalıdır. Oksitosin, dopamin, adrenalin gibi pek çok
hormon o kişiyi içgüdüsel olarak doğru bildiğinizden salgılanmaya başlar. Ve
vücutta bu tip reaksiyonlara neden olur.
‘Evlilik aşkı öldürür’ , ‘canım
cicim ayları’
Bunlar hormonlar sonucu verilen
reaksiyonların etkisiyle ortaya çıkan pek çok cümlenin sadece birkaçıdır.
Vücudumuz bu hormonal dengeye
alıştığı, metabolizmasını buna göre düzenlediği zaman ‘sen benden soğudun’
tarzı cümleler kurulacaktır. Aslında kimse kimseden soğumamıştır. A kişisinin
vücudu B kişisine alışmıştır ve bu alışmışlık durumunu karşı tarafın soğuması
adı ile karşı tarafa yıkmaya çalışılır. –Az önce bahsettiğim ‘bencillik’
durumu.-
Erkeğin doğası gereği aşkta
vefasızlığa, kadının ise sadakate eğilimli olduğu gerçeği değiştirilemez bir
gerçektir. Erkeğin aşkı doyum bulduğu andan itibaren belirgin bir şekilde
azalır: Hemen hemen bütün kadınlar, sahip olduğu kadından daha fazla ilgisini
çekmeye başlar. ‘Erkek değişiklik özler.’ Kadının aşkı ise o andan itibaren
artmaya, yücelmeye başlar. Bu, türü(nü) koruyup onun varlığını sürdürmeye
yönelik doğanın neden olduğu içgüdüsel bir davranıştır. Örneklendirecek
olursak, erkeğimiz bir bal arısı ve her gün bir çiçeğe gidip bal özü topluyor.
En güzel bal özünü kraliçe arıya götürüp onu mutlu edebilmek için. Kraliçe
arımız da içgüdüsü hatta libidosu olsun. Bal arımız çok güzel bal özü
bulduğunda kraliçe arı da memnun olacaktır ve sürekli ona gitme gereksinimi
hissedecektir. Demek oluyor ki, aşkın da bir doyum noktası var ve bu doyum
noktasını aştıktan sonra erkeğimiz ya o kadına bağlı kalıyor ya da farklı
–belki de daha güzel- bal özleri bulmaya çabalıyor. Bu kişinin beyin ve
libidosu ile alakadar bir konu.
Aşk sadece duygular ya da sadece
libido üzerine kurulu bir mekanizma değildir. Prof. Dr. Sinan Canan’a göre aşkı
anlayabilmek için beynin tüm çalışma mekanizmasını anlamamız gerekiyor. Az
önceki doyum noktasından sonra meydana gelen erkeğin davranışlarına gelecek
olursak iki çeşit beyin yapısı ortaya çıkıyor.
‘Erkek Beyni’
‘Kadın Beyni’
Bu beyinler cinsiyetin sahip olduğu
beyinler değil, beynin kendine has çalışma prensibine göre ortaya çıkan
cinsiyetidir. En basitinden ben erkeğim ve kadın beynine sahibim. Erkek beyni
denilen beyin, sonuç odaklı, detaylara, renklere çok önem vermeyen, mantıksal
ve üç boyutlu düşünebilen bir beyin iken, kadın beyni detaylara ve empatiye
yöneliktir. Kısacası erkek beyni sistematik iken kadın beyni empatiktir.
Dolayısıyla doyum noktasından sonra daha fazla aşk yaşamak, daha fazla bağlanan
erkekler, kadın beynine sahiptir ve romantiktir, ilgiden hoşlanırlar. Erkek
beynine sahip erkekler ise, doyum noktasından sonra ayrılmak için ellerinden
gelen herşeyi yaparak ilişkiyi bitirirler.
Evliliklerde de bu durum geçerli
midir?
Hayır.
Evlilik çok kutsal, hatta herkesin
yaşaması gereken bir duygudur fakat evliliğin aşkla ilişkisi şöyle dursun
evliliğin alışkanlık olduğunu kabul etmek gerekiyor. Evli bir çiftin gününü göz
önüne getirelim. Uyanırlar, kahvaltı yaparlar, vedalaşırken seni seviyorum
derler ve işe giderler. Gelirler yemek yerler, film izlerler ve uyurlar. Rutine
binmiş klasik bir döngüdür bu. Gün içinde bir şey eksik yapılırsa, örneğin
telefonu kapatırken “seni seviyorum” denilmezse bu kavgaya neden olabilir.
Neden bana sevdiğini söylemedin diye değil, bir şey eksikti onun sıkıntısı var
içimde diyerek. Zamanla o da söylenmemeye başlanır ve iki tarafın da ruhu
duymaz. Çünkü artık aralarındaki sevgi stabil bir şekilde kalsa dahi, iki
tarafta birbirini sevgiliden çok hayat arkadaşı olarak görmeye başlar ve iki
ağacın beraber sırt sırta büyümesi gibi büyümeye başlarlar. Yıllar sonra
eşlerden birisinin ölümünden sonra gelen 2. evlilik işte, yaslanacak bir yer
bulunamadığından gelir.
“Bu çocuk aşık olmamış, bilimin,
felsefenin arkasına sığınıp bize bilgili olduğunu göstermeye çalışıyor.”
dediğinizi duyar gibiyim. Sadece aşk tamamen
farklı şeyler ve konuyu karıştırmak istemiyorum. Bana soracak olursanız eğer,
tüm bu anlatılanların dışında aşk kutsal ve biriciktir. İnsanı insan yapan
olgular içinde sadece mutluluk hissedip mutluluğunu istediğiniz bir dönemdir ve
biter. Asıl önemli olan bir ilişkide 3S kuralıdır.
Sevgi, sadakat ve saygı.
Sadece sevgi kavramının kutsallığını
anlamanızı dilerim. Ayrılsanız dahi onun mutluluğunu, iyiliği ve sağlığını
düşünecek kadar sevgiye sahip olmanızı en içten şekilde diliyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder