Paylaş ve Rahatla!
Dünyayı değiştirmek istiyorsan, elinden gelen işle
başla… (Alev Alatlı)
İnternette
karşımıza çıkan rahatsız edici görüntüleri paylaşmadan edemiyoruz. Özellikle
birilerinin zulüm gördüğü, incitildiği, öldürüldüğüne dair haberler, hele ki
görüntülü ve detaylı olarak karşımıza geldiğinde, bundan hızlıca herkesin
haberdar olmasını istiyor ve tek tuşla yapabileceğimiz en kolay işlem olan
“paylaşma” seçeneğini, genellikle düşünmeden ve istemsiz olarak tercih
ediyoruz. Bu yaptığımız işin, söz konusu durumla ilgili “bilinçlenmeye” katkı
sağlayacağını da düşünerek biraz da rahatlıyoruz. Fakat beynimizin temel
çalışma devrelerine bakınca, konunun pek de öyle olmadığı açık olarak
gözüküyor.
Beynimizde kararlarımızı etkileyen iki önemli ve temel bölge var. Bunlardan birisi akkumbens çekirdeği denen, beynin derinliklerinde gizli minik bir bölge. Burası, beynimizin “ödül tespit” merkezi olarak görev yapıyor. Hoşumuza giden, bizde tatmin hissi oluşturan bir şey yaptığımızda; mesela, güzel bir yemek yediğimizde, şeker tadı aldığımızda, sigara içtiğimizde, yahut sosyal olarak beğeni gördüğümüzde, bu bölge faaliyete geçiyor. Buranın faaliyeti dopamin adlı bir hormonun beynimizde salgılanmasına neden olarak, geçici de olsa bir tatmin ve rahatlık hissinin oluşmasına neden oluyor. Bu sistemi uyaran her şeyi en kısa zamanda bir kez daha yapmak istiyoruz; çünkü dopamin salgılanması, çok özetle, bize kendimizi iyi hissettiriyor.
İkinci bölge ise, beynimizin şakak loblarının
derinliklerinde bulunan insula adlı bir beyin kabuğu bölgesinin özellikle ön
kısımları. Anterior insula da denen bu bölge, olumsuz duygular
deneyimlediğimizde faaliyete geçiyor ve mesela, kötü kokulu bir yerden
geçerken, itici ve rahatsız edici bir şeyler gördüğümüzde yahut duyduğumuzda,
bu bölgenin faaliyeti sonucunda “olumsuz hislere” kapılıyoruz. Yapılan bir
araştırmada, insanların doğa katliamına dair fotoğraflara baktıklarında, normal
doğa fotoğraflarına bakanlardan daha fazla bağış yapma eğilimi gösterdikleri
saptanmış. Söz gelimi, ormanların yok edildiği, toz-toprak içindeki bir taş
ocağının görüntüsü, insanların çoğunda nahoş bir his oluşturmak üzere anterior
insula bölgesini uyarıyor ve bu insanlar, bu hoşnutsuzluk veren histen
kurtulabilmek için daha fazla bağışta bulunmaya meyilli hale geliyorlar.
İnsula bölgesinin tetiklediği bu refleks, beyin
kabuğumuzun en eski bölümlerini ilgilendiriyor ve yaşamsal olarak bizim için
çok önemli. En basitinden, çürümüş bir besinden kaçınma ve taze besin
kaynaklarına, yahut uygun yaşam ortamlarına yönelme açısından, bu refleksin
yardımı tartışılmaz derecede önemli. Bundan dolayı da insulanın uyarılması,
bizi üzerinde hiç düşünmeden hemen harekete geçmeye zorlayan, kuvvetli ve
hayati bir uyaran olarak ortaya çıkıyor.
Gelelim internette paylaştığımız şok edici resim
ve haberlere. Bunlar da ilk gördüğümüzde, öncelikle tabii ki anterior insula
bölgemizi uyararak bizde olumsuz duygular oluşturuyor ve bizi harekete geçmeye
zorluyor. Zira bu görüntüleri ortadan kaldırmak için yapabileceğimiz herhangi
bir şey, ödül sistemimizin harekete geçmesini sağlayacak ve bu kötü hislerden
bizi kurtaracaktır. Fakat tam bu noktada, sosyal ağların sağladığı çok da doğal
olmayan bazı kolaylıklar imdadımıza yetişiyor. Tek bir tuşla bu görüntüyü bütün
dünyayla paylaşma imkanına artık sahibiz. Elimizdeki en hızlı tepki verme yolu
da bu. Bu yüzden çoğumuz dayanamıyor ve bu tip “uyaranları” hemen tek bir
tıklamayla diğer insanlarla paylaşma yoluna gidiyoruz. Bunu da çoğu zaman pek
düşünmeden yapıyoruz.
“Klavye
aktivisti”nin beyni
Esas sorun ise paylaştıktan sonra başlıyor. Hem bu
rahatsız edici görüntüyü tanıdığımız herkese, hatta tüm dünyaya ulaştırmış
olmanın verdiği tatmin, hem de bizim paylaşımımızdan sonra insanların bu
uyarana verdikleri tepkiler ve yeni paylaşım dalgaları, beynimizdeki ödül
sisteminin aktive olmasına neden oluyor. Akkumbens çekirdeğini faaliyete
geçiren bu kısa yol, daha ekran başından kalkmadan, az önceki rahatsız edici
histen kurtulmamıza ve geçici bir tatmin hissi yaşamımıza neden oluyor. Bunun
gibi günde yüzlerce paylaşımın bizde yarattığı duyarsızlaşma bir yana,
paylaşabilmenin getirdiği minik tatmin dalgaları, gerçekten bir şeyler yapmak
için gereken içsel “ödül arayışı” dürtümüzü de büyük oranda söndürüyor.
Dolayısıyla bir çoğumuz, internet üzerinden ekranına yahut aklına her düşeni
hemen paylaşmakla yetinebilen sanal vatandaşlara, veya daha modern tabiriyle
“klavye aktivistleri”ne rahatlıkla dönüşebiliyoruz.
Peki ne yapmak lazım? İnternette insanlara
“önünüze her geleni paylaşmayın” dendiği zaman bir çok kişinin buna tepki
gösterdiğini ve meseleyi bir özgürlük meselesi haline getirdiğine şahit
olabilirsiniz. Sigara veya bir başka bağımlılığını bırakanlara da ilk zamanlar
benzer bir duygu hakim olur: Etraftaki herkes özgürce “bağımlı” kalmaya devam
ederken, siz “mecburen” bağımlılığınızdan uzak kalmak zorundasınızdır. Bu durum
beynin ödül sistemini size oynadığı bir oyundur aslında. İşin gerçeğine
bakarsanız sizi tutsak eden ve ödül sisteminizi kötüye kullanan bir
alışkanlıktan, bir bağımlılıktan kurtulmaktasınızdır; fakat ödül sisteminiz o
uyaran olmadan yeterli dopamini salgılayamadığı için, benliğinize bir
hoşnutsuzluk duygusu hakim olmaya başlar ve kendinizi bir şekilde kısıtlanmış;
diğer insanlara göre “daha az özgür” hissedersiniz. Bu duruma “yoksunluk
belirtileri” de diyoruz. İşte bu yüzden bağımlılıkları bırakmak oldukça zor bir
iş haline gelir.
İnternetteki o basit paylaşımlar da yine aynı
hormon ve beyin sistemleri üzerinden çalıştığı için ciddi oranda bağımlılık
yapma potansiyeli taşırlar. Tek bir “tık” ile kendinizi rahatlatıvermek, çoğu
insan için kolayca terk edilebilecek bir lüks değildir. Bundan dolayı bu
otomatik davranıştan vaz geçmek kimi zaman oldukça zor hale gelir. Bu durumun
bir fikir, ifade yahut haberleşme sorunu değil de bir bağımlılık sorunu
olduğunu fark edebildiğinizde, mücadele etmeniz de kolaylaşır.
Yapılacak şey basittir aslında. Duyduğunuz,
gördüğünüz ve aklınıza düşen her şeyi internette hemen paylaşıverme güdünüzü
bastırmaya çalışın. Hemen ardından da dikkatinizi, gerçek hayattaki, özellikle
de sizi birinci planda ilgilendirmesi gereken yakın çevrenizdeki sorunlara
nasıl çözümler bulabileceğinize yöneltmeye çalışın. Gerçek hayata dair çözümler
üretmeye başladıkça, oradan alacağınız zihinsel ödülün, internetteki o geçici
tatmine göre ne kadar büyük olduğunu kısa zamanda fark edeceksiniz ve gayet
masum itkilerle yaptığımız o “paylaşıverme” davranışının bizi gerçekten
nelerden mahrum bıraktığını daha iyi fark edeceksiniz.
Kişisel tecrübeme dayanarak söylüyorum ki, bu
taktik, denemeye değer…
Yorumlar
Yorum Gönder