Sinestezik Beyinler





Bu geceki yazımda size hayranım olduğum organın, hayranı olduğum bir özelliğinden bahsedeceğim.

Sinestezi



Kafatasınızın içindeki pembe jöle kıvamlı, ortalama 1400 gramlık organ, aslında alışık olmadığımız türden bir bilgisayarımsal (kompütasyonel) malzemedir. Kendi kendini yapılandırabilen minyatür ölçekli parçalardan oluşan bu malzeme, inşa etmeyi düşlediğimiz ya da düşleyebileceğimiz her şeyi rahatlıkla geride bırakacak özelliktedir. Bu nedenle kendinizi tembel ya da kalın kafalı hissettiğiniz zamanlarda, aslında gezegendeki en çalışkan ve parlak nesne olduğunuzu düşünüp moralinizi yükseltebilirsiniz. 

Kısacası "Ben gerizekalıyım zaten" 
diye işinize gelmeyen
 işlerden kurtulmaya çalışmayın.

Ortalama 1400 gram ağırlığında, bilgisayar sistemi ile birebir aynı özellikleri taşıyan bir organa sahibiz. Bilgisayar kelimesi burada bizim kilit kelimemiz çünkü sinestezi ile bağlantıyı burada kuracağız. Şimdi ufak çaplı bir bilgisayar sistemini göz önüne getirin. Anakarta bağlı pek çok devre ve bu bağlantıları sağlayan kablolar vardır. Daha önceleri bakır kablolar kullanılırken şimdilerde ise optik kablolara geçiş yapıldı. Beynimizde de bu tarzda pek çok bağlantı var ve anakart yerine -yeni keşfedilen- yıldız  şekilli glial hücrelerine bilgileri gönderiyor. Bilgisayar insan üretimi ve insanoğlu doğuştan bazı şeyleri kusursuz ve mükemmel yapma içgüdüsüne sahip. Peki ya beynimiz?
Doğuştan şuan ki kadar yetenekli yahut şuan ki kadar zeki değiliz ama çok farklı çalışan bir beyne sahibiz. Doğduğumuz zaman, devrelerimiz tamamen yerine oturmadığı için - hangi yöne eğildiğimiz belirler bunu- ;

Renkleri duyar
Görüntüleri koklar
Tatları Hisseder
ve
Kokuları görürüz.

Çok ilginç ve korkutucu değil mi? Tam olarak ise;

“Synesthesia”, kelime kökleri itibariyle Yunanca syn: “birlikte” ve aesthe-sis: “algılamak” gibi iki kavramdan oluşur. Sinestezi, zihinsel olayların bilinci tetiklemesiyle ortaya çıkan bilinçli bir duyusal, istemsiz deneyimdir. Diğer bir ifade ile “birleşmiş duyular” ya da “eşduyum” diyebilir.

Sinestezinin birçok şekli vardır. En sık rastlanan şeklinde kişi, harfleri renk olarak deneyimler. Her harf, kişi tarafından farklı bir renk olarak algılanır; kodlanır. Bu kişiler, yani sinestezikler, eğer erken çocukluk döneminde bu deneyimi farkında olarak yaşamaya başlarsa ve bunu içselleştirirse sinezteziyi günlük, normal, olağan bir olay olarak değerlendirir. Sinesteziklerin çoğu, diğer insanların alıgısal deneyimlerinin bir parçası olarak aynı deneyimleri yaşamadıklarını öğrendiğinde veya fark ettiğinde önce büyük bir şaşkınlık yaşar. Çünkü o zamana kadar herkesin kendisi gibi algıladığını kabul etmiş ve düşünmüştür. Her ne kadar bu durum genel olarak kabul edilse de sinestezik, eğer erken çocukluk dönemini tamamlar tamamlamaz sinestezisinin yarattığı eşleniklerin adını koyabilirse algı ve ifade etme faaliyetlerini yeniden tarif edecektir.
Sinesteziyle ilgili yayınlanmış ilk olgu, John Locke (1690) tarafından ortaya konmuştur. Daha sonra, uzun süre ciddi olarak sinesteziyle ilgilenen bir bilim adamı ortaya çıkmadı. Öznel bir deneyim olması ve iki kişinin bile benzer deneyimleri yaşamaması nedeniyle sinestezinin bilimsel bir inceleme alanı olamayacağı düşünüldü. Ancak zamanla biriken olgu örnekleri ve kanıtların etkisi ile incelenmesi gereken bir konu olarak tekrar değer kazandı. Nörolog Dr. Richard E. Cytowic, “A Union of the Senses (Duyuların Birliği)” (1989) ve “The Man Who Tasted Shapes (Şekilleri Tatmış Adam)” (1993) adlı iki kitap kaleme alınca dikkatlerin tekrar sinesteziye yönelmesini sağladı. Bu atılımın, sonuç olarak sinestezi araştırmalarında bir rönesans yaşanmasına ön ayak olduğunu söyleyebiliriz.

Sinestezi deneyimi, birbiriyle ilişkili iki kısımdan oluşur. Bunlar tetikleyiciler ve eşleniklerdir. Tetikleyicilere harfleri örnek verebiliriz. Eşlenikler ise, harfler algılandığında her harfe eş olarak deneyimlenen algılar (renk, ses, dokunma, koku) olarak tanımlanabilir. Diğer bir deyişle, ağlayan bir bebeğin sesi (tetikleyici) sinestezik bir kişide hoşa gitmeyen sarı renk (eşlenik) olarak deneyimlenebilir.

Sinesteziklerin çoğu için, sinestezi tek yönlüdür. Yani sesleri renk olarak deneyimleyen bir kişi, renkleri ses olarak deneyimlemez. Tetikleyici ve eşlenikler arasındaki ilişki bir düzen içindedir. Her eşlenik, özel bir tetikleyici tarafından tetiklenir. Bir kişiye, aynı tetikleyicilerin uygulanması durumunda aynı eşlenikler algılanır. Örneğin, bir sineztezik A harfini kırmızı olarak deneyimliyorsa, el yazısı veya karakter küçüklüğü fark etmeksizin A harfini daima kırmızı olarak deneyimler. Özetle, tetikleyicilerin büyük bir esnekliğe izin vermesine rağmen eşlenikler sabit kalır.

Harf – renk sinestezisinde, harflerin kimliği renklerin kimliğini belirler. Konuşulan harfler için sesin şiddeti, söyleniş tipi, harflerin eşlenikleri üzerine etki etmez. Ses-renk sinestezisinde kişiler genellikle gözlerinin önünde renkler görür veya bu renkler ansızın ve istemsiz olarak zihinsel görüde belirir. Sesin perdesi değişir değişmez renkler de değişir. Bu kişiler sineztezinin meydana geldiği anda görme alanlarının tamamen renklerle dolduğunu ifade etmektedir.

KİKİ ve BOUBA Testi




Pek çok kişi bende bu yok şükür diyecektir eminim. Fakat dediğim gibi doğuştan gelen bir özellik ve hala daha bizde az da olsa etkileri mevcut. Görmek ister misiniz?



İki uzaylı arkadaşımız var. Birisinin adı Kiki diğerinin adı ise Bouba. Fakat fotoğraftan hangisi, hangisi bilmiyoruz. Tahminde bulunalım mı? Yapacağınız tek şey Kiki ve Bouba isimlerini sesli bir şekilde söyleyip hangisine uygun olduğunu bulmak.


Sizin de gördüğünüz gibi Kiki (A) resmi, Bouba ise (B) resmi. Nasıl mı?

Kiki, söyleniş ve duyuş olarak daha sert ve köşeli! geliyor insan kulağına. Evet siz köşeli duydunuz. Tıpkı Boubayı su gibi akarak söylediğiniz gibi.


Ünlüler ve Sinestezileri




Sinestezi yeteneği en çok sanatçıların, yazarların yaratıcılığına ve üretimine katkıda bulunmuştur. Birçok ünlü sinestezik vardır: Vladimir Nabokov, Amy Beach, Gyorgy Ligeti, Joachim Raff, Henrik Wiese, Franz Liszt, Olivier Messiaen, Konstantin Saradzhev ve bilim adamı Nicola Tesla ile fizikçi Richard Feynman bunlardan sadece bir kaçıdır.

Rus besteci ve piyanist Alexander Scriabin (1872-1915) kendi sinestezisini, orkestra, piyano, org ve koro için yaptığı beste ile ifade etmişti: “Prometheus, The Poem Of Fire” (1910). Scriabin, notaları “parlak ve çakan ışıklar” olarak hissediyordu. Fransız besteci Olivier Messiaen ise bestelerinin sinestezik durumundan doğduğunu söylüyordu: “Ne zaman bir müzik dinlesem veya notalara baksam, renkleri görürüm… Bryce Canyon’ın piyesine beste yaptığımda, uçurumların rengi kırmızı ve turuncuydu.”

Vasilly Kandinsky (1866-1944) de sinestezikti. Duyusal birleşmenin en derin sempatizanı olmalıydı; çünkü ressamdı. Bunun sonucu olarak, renkler ve sesler arasındaki uyumu tablolarında en güzel şekilde yansıttı. Her resminden sonra, resimlerindeki derinliği açmaya çalışan temel yazılar kaleme alırdı.
Kandinsky, tablolarını tanımlamak için müzikal terimler kullanmıştı. Resimlerinde olduğu gibi derslerinde de temel amaç, nesnelerin yapısına ulaşmak ve simgeleştirmekti. Sanatını “lirik geometri” olarak tanımlıyordu. Kendisine göre, resimleri sezgisel kökenliydi.

Yine ünlü Nobel ödüllü fizikçi ve besteci Richard Feynman (1918-1988) da sinestezikti. Atom bombasının yaratımına katkıda bulunmuş, kuantum elektrodinamiğinde yeni perspektifler yaratmış, çoğu Maya hiyeroglifinin çevirmeni bu enteresan karakter, harfleri ve sayıları renk olarak deneyimliyordu: “Bir denklem gördüğüm zaman, karakterleri renk olarak görüyorum. Neden bilmiyorum… Parlak J’ler, hafif menekşe – mavi N’ler ve koyu kahverengi X’ler…”.
Belki de herkesten farklı olan düşünce, şekli ve başarısının altında, doğayı olduğundan farklı algılamak yatıyordu. Besteci ve yazar Vladimir Nabokov da sinestezikti. “Speak Memory” (1966) adlı otobiyografisinde, bu deneyimlerini çok açık olarak dile getiriyor; “renkleri işittiğini, ancak işitmenin uygun bir tanımlama olamayacağını” da belirterek X’i sert metal, Z’yi yıldırım bulutu gibi, Q’yu K’dan daha kahverengi, P’yi olgunlaşmış elma yeşilinde, T’yi ise fıstık yeşili; g, h ve j harflerini ise kahverenginin farklı tonlarında deneyimlediğini söylüyordu.

Bir diğer isim, Johann Von Goethe (1749 -1832). On sekizinci yüzyılın sonlarında, klasik renk kuramının gerçeği açıklamadaki yetersizliğini ilk farkedenlerden biri de oydu. Renk kuramını ilk açıklayan isim olarak kabul edilen Newton’un fikirlerini tartışmaya açması ile renkanlam sinestezisine katkısını kabul etmek gerekir: “Dünyada çığır açmak için iki şey gerekir: İyi bir kafa ve büyük bir miras… Ben kendi adıma Newton öğretisinin hatasını miras aldım” diyerek Newton’un fikirlerini eleştirmekteydi.
Goethe en çok, rengi ve ışığı gerçekte nasıl gördüğümüz, dünyayı ve sanrıları nasıl yarattığımız sorusu ile ilgileniyordu. Ona göre bütün bunlar “Newton’un fiziğiyle değil; beynin henüz bilinmeyen işlevlerinin açıklanmasıyla” öğrenilebilecekti. Bu tezini de “görsel sanrı nörolojik bir gerçektir” sözüyle özetliyordu.

Goethe’nin 1810 tarihli “Zur Farbenlehre (Renkler Kuram)” adlı çalışmasını şiirsel eserlerine eşdeğerde tuttuğunu da eklemek lazım. Ne ki bu yaklaşımı, çağdaşları tarafından önemsenmedi; küçümsendi ve unutulup gitti.
Renk kuramının optiğiyle ilgilenen H. Von Helmholtz (1892), daha sonra bu eserden etkilenerek “renklerin sürekliliği”ne yöneldi ve eşyanın renginin sürekliliğinin onun sınıflandırılmasını sağladığını öne sürdü. Ona göre rengin sürekliliği, genel anlamdaki görsel sürekliliğini, kaotik duyular selinden istikrarlı ve anlamlı bir görsel dünya oluşturma yolunun öznel bir örneğini oluşturuyordu.

Kaynakça:
- Dr. Sultan Tarlaç (Nöroloji Uzmanı)
5 Aralık 2001, Bilim Teknik dergisi
- Judith A. Easton
“A Review of Synesthesia: Colored Hearing, Creativity and Research”
York College of Pennsylvania
- Omar Kamel
“Synesthesia”
www.ad-i.com/viral/what/synes2.html.
- Uluslararası Sinestezi Derneği: www.psychiatry.cam.ac.uk/isa/



Yorumlar

Popüler Yayınlar