Celbedilmiş Toplumsal Söz Yitimi ( AFAZİ )
Söz yitimi olarak tıp
literatürüne giren Afazi terimi, Latince a-olumsuzluk eki; phasis: konuşma
sözcüklerinden dilimize girmiştir. Beynimizin “konuşma” ve “anlama” işlemlerini
gerçekleştirdiği bölgelerin bir veya birkaçında meydana gelen yaralanma, damar
tıkanıklığı yahut beyin kanaması nedenleri ile hasara uğraması sonucu, hasar
gören bölgenin işlevine özel bir söz yitimi ortaya çıkar. Bu konu tıbbi
pratikte oldukça önemli bir konu olsa dahi pek çok farklı hastalık tipini de
içermektedir.
Benim burada bahsedeceğim
ve “Celbedilmiş Toplumsal Söz Yitimi (C.T.S.) olarak kısaltacağım terim ise
tamamen organik, herhangi bir fiziksel rahatsızlığa ya da darbeye maruz
kalmadan, organik açıdan tamamen sağlıklı beyinlerde de görülen ve nispeten
yeniden tanımlanmaya başlanmış bir söz yitimi tablosudur. Araştırdığım
kadarıyla tanımı ve teşhisi yazar Alev Alatlı hanımefendiye ait olan bu C.T.S.
teşhisi öz olarak
“İletişimde
kullanılan kelimelerin anlamlarındaki muğlaklık”tır.
Yani; yazılışı ve okunuşu aynı olan kelimelerin taban tabana zıt
anlamlarda algılanmasına neden olan, toplumsal katmanlardaki iletişim yollarını
tamamen kapatan ve belirgin organik ve fiziksel bir rahatsızlıkla ilgisi
olmayan, farkında olmasak da zihnimizi ve sosyolojik yaşantımızı derinden
etkileyen bir “toplumsal” zihin hastalığıdır.
Televizyondaki tartışma
programlarından, köşe yazılarına, arkadaş sohbetlerinden, uluslarası
ilişkilerdeki söylemlere kadar pek çok yerde C.T.S. sıkıntısı ile
karşılaşıyoruz. Soru şu;
NEDEN?
Birçok kavramın ve terimin bu anlamda net tanımı veya tarifi
yapılmadığı için, en basit
konular bile tartışma ortamı yaratabiliyor. Canlı örneklerini
“laiklik”, “milliyetçilik”, “sosyalistlik” veya “vatanseverlik” gibi popüler
kavramlara yüklenen binbir farklı kavramı anlamaya çalışırken buluyoruz
kendimizi. Kimine göre başını örtmek gericilik iken, kimine göre de baştaki
bezle uğraşmak gericilik oluyor. Biri kendi görüşünü “tek çağdaş yaklaşım”
olarak sunarken, bir diğeri ise onu “çağdışılık” ile suçlayabiliyor…
Geçtiğimiz yüzyıl,
dünyada çok büyük değişimlerin yaşandığı bir yüzyıl oldu. Türk insanının
yaşadığı değişim ise diğer ülkelere nazaran daha yükseklerde ve fevkinde
idi. Zira yaşlı bir imparatorluğun
yıkılışına ve genç bir Cumhuriyetin kuruluşuna şahitlik etti. Bir zamanlar
ayıpladığımız kavramlar hayat felsefesi olarak takdim edildi; komşusu aç iken
tok uyuyamayan insanlar “kapitalist” ve liberal olmaya itildiler. Büyük bir
imparatorluğu kaybetmenin doğal travması olan “sıradanlaşma hissi” aşılamadı.
Hamasi düşünce kalıpları ve sloganvari fikirlerse gittikçe geçer hale gelmeye
başladı. “Bilgi toplumu” olma yolunda hiçbir emin ve ciddi politika üretilmediği
gibi, buna bir de “asli hedef” yakıştırmasıyla takdim edilen yabancı lisanla
eğitim ve batı karşısında geri kalmışlık kompleksleri eklendi. Ama sorun şu ki;
İlkokuldan üniversiteye kadar İngilizce eğitim verip de İngilizce öğretemeyen
tek ülkeyiz. Bunun nedenlerini ve bizde neden olduğu afaziyi düşünmenizi tavsiye
ederim.
Anlamlarını bilmediğimiz
kelimeler ile konuşuyor, karşımızdakinin söylediğini ancak kendi tanımlarımız
ile anlayabiliyoruz. Teşhisi yapan yazar Alev Alatlı, konu hakkında şunları
söylüyor:
“Ben
buna “toplumsal afazi” diyorum. Çünkü kimsenin başına taş düşmedi ama Türkiye
insanının tıpkı travma geçirmiş afazi hastaları gibi, söylenenleri söylendiği
biçimde anlamadıkları, ağzından çıkanı formüle edemedikleri, söylemek
istediklerini, istedikleri gibi söyleyemedikleri bir duruma itilmiş olduklarını
düşünüyorum, görüyorum.”
Bir başka sorunumuz da ikili “O ya da bu!” mantığına
sarılmamızdır. Çoğu zaman günlük hayatımızı etkileyen sorunların ikiden fazla
çözüm yolu vardır fakat nedense insanlar kafalarındaki seçeneğin tek kurtuluş
reçetesi, alternatif görüşlerin ise “ahmaklık” ya da “ihanet” olduğuna en başta
–doğumdan itibaren- ikna olmuş gibidir. Bu durumda “O ya da bu!” çerçevesini
aşamayan argümanlar, bu tip sorunları çözmek bir yana, çözümsüzlüğe mahkum
etmenin en garantili yoludur. Halbuki evrenin işleyişinde ikili mantığa pek
rastlanmaz.
Son olarak, konuşan
konuştuğu konu ve o konuyla ilgili birikimi hakkında bilgi sahibi olmalı, yani
kendinin farkında olmalıdır. C.T.S. gibi önemli bir toplumsal sorun gerçekten
büyüktür ve bütün boyutlarını burada incelemek imkan dışıdır. Fakat her
birimiz, kendi fikir yaşamımızda bu sendromun sıkıntılarını az ya da çok
çekmekteyiz. Dolayısıyla bu konu, üzerinde ciddi biçimde kafa yormayı
gerektiren ve acil çözüm isteyen bir sorun olarak karşımızda duruyor.
Kelimeler; düşünme
birimlerimiz; anlamları ise düşüncelerimizin ta kendisi. Onlar olmazsa “biz”
diye bir şey kalır mı acaba?
Yorumlar
Yorum Gönder